YHGK'nın 09.06.2004 tarih ve 4-362 E, 347 K; 12.10.2011 tarih ve 19-473 E, 607 K. sayılı ilamlarında da açıklandığı üzere;
İkrarın yapıldığı ve tamamlanmış işlemin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan 6100 sayılı HMK'nın 188.
(1086 sayılı HUMK'nın 236.) maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır.
Öğretideki tanımlamalara göre, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir.
Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.
Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.
İçeriği itibariyle ikrar ya basit
(adi), ya vasıflı
(mevsuf) ya da bileşik
(mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.
Basit
(adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
Vasıflı ikrarda,
(ki buna gerekçeli inkar da denilmektedir) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin
(vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.
Bileşik
(mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle ikrar edilmekle birlikte, ikrara bu vakıadan çıkan hukuki sonucu hükümden düşüren ve ikrar edilen vakıanın doğumu ile ilgili bulunmayan başka bir vakıa ekleyerek, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.
Bağlantılı bileşik ikrarda, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında doğal bir bağlantı vardır. İkrara eklenen vakıa, ikrar olunan vakıanın doğal bir sonucudur.
Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte; iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Bağlantısız bileşik ikrarda ise, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında hiçbir bağlantı yoktur. Yani, ikrara eklenen ikinci vakıa, ikrar edilen vakıa olmadan da mevcuttur.(Baki Kuru, 5.Baskı, 1990, 2.cilt syf 1401 vd.)
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2014/4790E.2014/18523 K. sayılı emsal kararı: "Davacı dava dilekçesinde, davalının borcunu ödemediğini ileri sürerek alacak isteminde bulunmuş, davalının davacının dava konusu ettiği alacağı olmadığını, taraflar arasındaki alım satım ilişkisi nedeniyle davacının havale yoluyla para gönderdiğini, kendisinin de üzerine düşen edimi yerine getirdiğini savunması üzerine, davacı söz konusu alacağın taraflar arasındaki salyangoz alım satımı ilişkisine dayandığını, davalının satıma konu salyangozları vermediğini ileri sürmüştür. Mahkemece, davalının savunması bağlantılı bileşik ikrar niteliğinde olduğu kabul edilerek, ispat yükünün davalıda olduğu kabul edilip, davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalının savunması vasıflı ikrar
(gerekçeli inkar) niteliğinde olup, ispat külfeti davacı yandadır. Kaldı ki, mahkemenin kabul ettiği gibi davalının savunması bağlantılı bileşik ikrar kabul edilse dahi, yukarıda da açıklandığı üzere bu durumda da ikrar bölünemeyeceğinden yine ispat külfeti davalı yanda olmayacaktır...." şeklindedir
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2013/13090E.2013/16190 K. sayılı emsal kararı: "Bileşik
(mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.Bağlantılı bileşik ikrarda, ispat yükü ikrar eden tarafa aittir.Somut olayda, davalı taraf, davacının aracını tamir ettiğini kabul etmekte, ancak davacının talep ettiği bedeli ödediğini ve borcunun bulunmadığını iddia etmektedir. Bu durumda, davalı bağlantılı bileşik ikrarda bulunmakta olup, ispat yükü davalı tarafa ait olacaktır..." şeklindedir
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2015/11256E.2015/19232 K. sayılı emsal kararı: "Davada, davalının davacıdan aldığı paranın davacıya geri ödendiğine ilişkin savunması davacının dayandığı harici satım sözleşmesi gereğince yapılan ödemenin ikrarı niteliğinde olup, bağlantılı bileşik ikrardır ve bölünebilir ikrarlardandır..." şeklindedir
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2016/1924E.2017/8416 K. sayılı emsal kararı: "ilamsız icra takibi kesinleşmiş ve davacı, icra takibinin kesinleşmesinden sonra borcu ödediğini iddia ederek buna ilişkin bir takım belgeler sunmuştur. Davacı taraf bu beyanı ile davalı tarafından ileri sürülen borç ilişkisini ikrar etmiş, ancak ikrarına borcunu davalıya ödediği şeklinde bir vakıa eklemiştir. Eklenen bu vakıa ile ikrar edilen vakıanın hükümsüz kaldığı, yani borcun sona erdiği iddia edilmiştir. Yukarıda açıklandığı üzere burada bağlantısız bileşik ikrar söz konusu olup ikrar eden davacı, ödeme yönünden borcun sona erdiğini ispat yükü altına girmiş ancak mahkemece, bu ödeme iddiası değerlendirilmemiş ve sunulan belgeler üzerinde inceleme yapılmamıştı..." şeklindedir
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2013/13090E.2013/13190 K. sayılı emsal kararı: "Somut olayda, davalı taraf, davacının aracını tamir ettiğini kabul etmekte, ancak davacının talep ettiği bedeli ödediğini ve borcunun bulunmadığını iddia etmektedir. Bu durumda, davalı bağlantılı bileşik ikrarda bulunmakta olup, ispat yükü davalı tarafa ait olacaktır..." şeklindedir
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2002/10468E.2002/13325 K. sayılı emsal kararı: "Davalının borcunu ödediğine dair savunması davacının dayandığı karz ilişkisini ikrar olup, niteliği itibarıyla bağlantılı bileşik ikrar olduğundan bölünebilir ikrarlardandır...." şeklindedir
Bağlantılı Bileşik İkrarda ikrarın bölünmesi sorunu ele alınması gerekmektedir.
"Bir görüşe göre, bağlantılı bileşik ikrar bölünemez(113). Çünkü, ikrar edilen beyan, senet metni gibi bir bütün teşkil eder ve bu parçalanamaz. Başka bir ifade ile karşı taraf, ikrar beyanının kendisine yarayan kısmını alıp diğer tarafını reddedemez ya da görmezlikten gelemez(114). Bu görüşe göre, inkâr etmek yerine, dürüstlük gösterip gerçeği söyleyen kişinin, ikrarın bölünmesi suretiyle dürüstlüğü adeta cezalandırılmış olacaktır. Bölünme kabul ederek, ikrarda bulunan tarafa ispat yükü yüklemek, kişileri inkâra ve doğru söylememeye itecektir(115). Yine bu görüşe göre, ikrarın bölünmemesi bir zorunluluktur. Özellikle peşin satışlarda ikrarın bölünebileceğini kabul etmek sosyal zorlukları ortaya çıkarır. Peşin ödemenin olduğu satışlarda ödemenin delillerini hazırlamak ve saklamak toplumsal hayatta güçlük arz eder. İkrarın bölünmesi kabul edildiğinde, tasfiye edilmiş ve geçmişte kalmış işlemlerde, uzun süreyle o ilişkiye ait delillerin saklanması pratik olarak mümkün olmadığından ispat imkansızlıklarının ortaya çıkması sosyal problemlere yol açabilir(116). Belli miktar veya değerin üzerindeki hukukî işlemler için tanıkla ispat yasağının geçerli olduğu sistemlerde, bu yasak sebebiyle çoğu kez davalının savunmasını ispat edemeyeceği, bu sebeple ikrarın bölünmesinin adaletsizliğe yol açacağı da savunulmuştur(117). Bu gerekçelere ek olarak Fransız hukukundan etkilenen eski Ticaret Kanunumuzda
(m. 683) ticarî işlerde ikrarın bölünemeyeceğine ilişkin bir hükmün oluşu da uygulama ve doktrini bu yönde etkilemiştir.
Diğer görüşe göre ise bağlantılı bileşik ikrar da bölünmelidir(118). Çünkü çekişmeli olmaktan çıkmış olan vakıaların ispatına gerek yoktur. Eski Ticaret Kanunumuzdaki hüküm yürürlükten kalktığına ve bugünkü pozitif hukukumuzda bu yönde bir hüküm bulunmadığına göre, artık bu hükümden etkilenmek söz konusu olmamalıdır. Yine, ikrar edenin dürüstçe gerçeği söylemesi hâlinde ikrarın bölünemeyeceğini ileri sürmek doğru olmaz; çünkü doğruyu söyleme taraflar için bir ödevdir. Bu ödevin yerine getirilmiş olması, tarafa bir ayrıcalık tanınması sonucunu doğurmamalıdır(119). İkrar beyanını, senet metnine benzeterek bölünemeyeceği iddia edilemez; zira, mantıken ve hukuken, yazılı veya sözlü bir beyanda, beyan sahibinin aleyhine olan kısımları kabul için, mutlaka lehinde olanların da doğru kabul edilmesi zorunluluğu mevcut değildir(120). Peşin satış ödeme belgesinin hazırlanması güçlüğü ve tasfiyeye uğramış işlemlerde ödeme belgelerinin uzun süre saklanması zorunluluğunun sosyal açıdan sakıncalı olacağı şeklindeki gerekçe ise ikrarın bölünmesini reddetmeyi haklı göstermez, Zira, alım satımlarda peşin ödeme yapılması kural olduğundan, aksi ispatlanıncaya kadar satışın peşin ödeme karşılığı yapıldığı kabul edileceğinden ve peşin ödeme ile yapılan işlemler kural olarak senede bağlanması teamülden olmayan işlemler olacağından, tanıkla ispat da mümkün olacaktır. Bu nedenlerle belge düzenleme ve saklama konusundaki zorluk adaletsizliğe yol açmayacaktır .
Kanımızca da bağlantılı bileşik ikrar bölünmelidir. Örneğe dönecek olursak, davacının 10.000 Türk lirası alacaklı olduğunu ileri sürmesi üzerine davalı“bu parayı aldım, ama ödedim” derse artık davacının parayı davalıya verdiği çekişmeli olmaktan çıkmıştır. Bu ikrardan sonra hâlâ davalıya bu paranın verildiğine ilişkin iddianın ispat edilmesi anlamsızdır. Davalı bu parayı aldığını ikrar ettiğine göre, ödediğini artık kendisi ispat etmelidir(122). Bu, davalının ikrarının bir kısmının benimsenmesi, diğer kısmının görmezlikten gelinmesi sonucunu da doğurmaz. Çünkü, taraflar arasında bu paranın ödendiği artık açıkça ikrar edilmiş ve tartışmalı olmaktan çıkmış olduğuna göre, sıra bu paranın davalı tarafça geri ödendiğinin ispatına gelmiştir."
(Pekcatinez Usul -1647-1648 syf)