HÂKİMLER SAVCILAR KURULUNUN 'MORGU'

11.1.2021 14:38:31

KİMLER SAVCILAR KURULUNUNMORGU


Morg, bildiğiniz morg yani. Cesetlerin çürüme ve kokuşmasını önlemek için soğuk ortamda muhafaza edildiği yer. Genellikle hastanelerin bodrum katında olur.


Günü birlik, ayakta teşhis ve tedavi için poliklinikler giriş katında yer alır. Tedaviye hastanede devam zorunluluğu olması halinde, klinikler üst katlardadır. 


Ayakta veya yatılı tedavi sonucu şifa bulan taburcu olur, evine, işine döner. Tedavi edilemeyen, bir şekilde ömrü tamam olup ölen ise üzerindeki giysilerinden arındırılıp çıplak ve üzerinde beyaz bir çarşaf örtülü halde bodruma yani morga indirilir ve masa çekmecesini andıran dolaplardan birine konulur. Defin edilebilmesi için gerekli işlemlerin tamamlanmasına kadar orada tek başına bekletilir. Tıp literatürü açısından ölen kişi artık  “hasta” sıfatından çıkmış “ex” olmuştur. Doktorlar ondan bahsederken lafa ex diye başlarlar. İnsan ölünce tıbben canlı statüsünden ex’e dönerken, hukuken de kişi olmaktan çıkar, bir nevi eşyaya dönüşür. Canlı olmadığına ve  hukuken eşya sayılacağına göre, hastanenin üst katlarında durmasına, yer işgal etmesine, başka insanlara ölümü hatırlatıp moralini bozmasına gerek yoktur. Bu nedenle hastanenin en kullanışsız yeri olan bodrum katlarına yapılır morglar. Zaten ölen kişinin bundan şikâyet edecek hali de yoktur. Ayrıca morgda ölen kişi tek başınadır, klinik servislerinde olduğu gibi refakatçisi de yoktur. Sesi soluğu çıkmaz...


Şimdi gelelim Hâkimler ve Savcılar Kurulunun “Morg”una...


Hâkim ve savcılar mesleğe başladıktan sonra( son 4-5 yılı hariç tutarak ) ülkenin en ücra köşelerinde mahrumiyet şartları altında görev yaparak kademe kademe ilerleyerek büyük şehirlere gelirler. Mahrumiyetten kurtulurlar ancak bu sefer işleri çoğalır, şehrin imkânlarını yaşayamazlar. Ev-servis-adliye arasında geçer hayatları. Ve sonunda emekliliğe hak kazanırlar. Bir mesleği, önemli bir kamu görevini alnının akıyla sonlandırarak emekli olmaya karar verip Hâkimler ve Savcılar Kurulu binasına gittiğinde, görür her hâkim ve savcı kendi “morgu"nu. Tecrübe edenler bilirler, Hâkimler ve Savcılar Kurulu binası tıpkı hastane mantığı ile yapıldığı için meslekte iken binanın zemin üstündeki ilgili katlarına girilip çıkılırken, emekli olununca artık binanın en alt bodrum katına emeklilik bürosuna gidilir. Tıpkı ölenlerin, hastanelerin bodrum katındaki morga gitmesi gibi. Tek başına “morga” gidilir ve defin (emeklilik) işlemlerin yapılması beklenilir. Açık sicil dosyası çıkarılır amel defteri gibi, mesleğin başından itibaren yapıştırılan fotoğraflar görülünce bütün bir hayat, gözler önünden geçiverir...Dosyanın kalınlığı ya da inceliği ise günahların ve sevapların ölçüsü gibidir. Doktorlar için artık “ex” olunduğu gibi HSK üyeleri ve orada çalışan hâkim ve savcılar için de, emekli olan hakim ve savcı da bir ölü'dür artık. Muhatapları sadece emeklilik bürosu (morg) görevlileridir, başka kimseler ilgi göstermez. En az 25- 30 yıl çalışılan adliyeye, emekli olunduktan sonra aradan bir ay gibi bir kısa süre geçmesine rağmen ziyarete gidildiğinde, emekli hakim ve savcıya, görevdeki meslektaşlarınca da ölü muamelesi yapıldığı ayrıca tecrübe edilir. Bunun yanında görevde iken verilen adalet kartı iptal edilir. Görevdeki iken hakim ve savcıya, bu dünyaya ait olunmadığı hissiyatını veren (ki avukatların da sahip olamadıkları için, çoğu zaman kendilerini, üçlü sacayağından sayamadıkları hissiyatına kapılmalarına yol açan) şeylerin başında gelen, hakim ve savcıya mahsus asansöre (aynı asansöre) binilemez ve hakim ve savcıya mahsus tuvalete (aynı tuvalete) bile girilemez. Emekli olan, artık hakim ve  savcı değil sıradan bir dünyalı muamelesine tabi tutulur.


Hakimlik ve savcılık bir “amelelik” değil bir “meslek” ise böyle olmaması gerekir. Zira her mesleğin bir geleneği, kuralları, saygınlığı vardır. Meslek aynı zamanda bir sanattır. Emekli olunca meslek sona ermez. Meslekten, ancak meslek etiğinin ihlal edilmesi durumunda, ceza olarak çıkılır. Bakın doktorluğa, öğretmenliğe, subaylığa. Bir doktorun, öğretim üyesinin emekli olduktan sonra kendi meslektaşlarından gördüğü muameleye bir bakın...


Oysa ki, hakim ve savcılığı, Anayasa, “amelelik” olarak değil “meslek” olarak tarif ediyor. Üstelik başka diğer mesleklerde olmadığı şekilde. Acaba Anayasa koyucu bu durumu öngördüğü için mi anayasa kuralı haline getirdi diye gelmiyor değil insanın aklına. Yasa koyucu, yine aynı şekilde hakimlik ve savcılık bir meslek olmasının yanında önemli bir kamu görevi olduğu için emekli hakim ve savcılara ölü muamelesi yapmamış, emeklilere fiili görevde olduğu gibi yeşil pasaport, silah taşıma vs. haklarının devamına karar vermiştir.


Fakat HSK ve bizzat hakim ve savcıların zihninde hakimlik ve savcılığın, bir meslek olarak tasavvur edilmediği ve içselleştirilmediği, yapılan uygulamalardan anlaşılmaktadır. Ancak bu anlayış ve uygulamanın, yargının bütünü için geçerli olduğunu söylemek doğru olmaz. Çünkü, Yargıtay ve Danıştay emeklilerine, “Onursal başkan, üye” gibi taltif edici  sıfatlar kullanılagelmektedir. Yurtdışında misal ABD’de, adliye binası içerisine, anısını yaşatmak üzere daha önce görev yapan hakimlerin resim veya fotoğrafları asılıyor. Emekli hakimin tecrübesinden yararlanmak üzere isterse gelip maaş almadan gönüllü olarak yargılama faaliyetine katılmasına imkan veriliyor.


Gördüğünüz gibi, "HSK’nın Morgu"ndan girip, hakim ve savcılığı meslek olarak değil amelelik olarak gören anlayıştan çıkmış olduk...


Son olarak, 'her nefis bir gün ölümü tadacaktır! diyerek bitirelim kelamı...


Prof.Dr.Uğur Yiğit- Emekli Hakim